© Tarım Pusulası 2021

Orman yangını mı, ormansızlaşma mı?

Sadece insanların değil, tüm gezegenin ortak mirası olan orman ekosisteminin yangınlarda kaybedilmesi hepimizin canını yakıyor. Orman olmaktan çıkarılan alanların, yanan orman alanlarından çok daha fazla olduğu gerçeği ise, orman varlığını ne kadar sahiplendiğimizi sorgulamamıza neden oluyor.

Ormansızlaşmaya sebep olan faktörlere baktığımızda, iklim krizinde olduğu gibi, insan merkezli bakış açısı, tüketim odaklı yaşam tarzı ve buna hizmet eden sürdürülebilir olmayan bir ekonomik sistem ile karşılaşıyoruz. Yaşadığımız ve gelecekte yaşanması öngörülen felaketler, ekosistemin öğelerini birer “kaynak” veya “hammadde” olarak görmekten vazgeçmemiz, doğayla uyumlu yaşam biçimlerini ve yaşamın bir bütün olarak sürdürülebilirliğini benimsememiz için çağrıda bulunuyor. 

Geldiğimiz noktada, ekosistemi sadece korumak yeterli değil; acil bir şekilde onarmak için mevcut olan çözümleri devreye sokmamız gerek. Bireyler, kurumlar ve karar vericiler olarak üzerimize düşeni öğrenmek ve bir an önce harekete geçmek zorundayız. 

Yanan alanlardan daha fazla orman alanı faaliyete açılıyor

Ülkemizdeki son büyük orman yangınlarında sadece Muğla ve Antalya’da 144 bin hektar (Gökçeada’nın 5 katı) orman alanı yandı, 8 kişi ve birçok orman canlısı hayatını kaybetti.

Yangınlar nedeniyle yitirdiğimiz ormanlık alanlardan daha fazlası, tüketim talebimizi karşılamak ve kalkınma adına gerçekleştirilen madencilik, enerji, üretim ve dağıtım faaliyetleri için kullanıma açılıyor. Orman Genel Müdürlüğü (OGM) verilerine göre (2021 yılı hariç), son 9 yılda 87 bin hektar alan yanarken, 340 bin hektar alanın ormancılık dışı kullanımına izin verildi. 

Yaşanan son yangınlardaki büyük kaybı hesaba kattığımızda dahi, ormancılık dışı izinler nedeniyle kaybedilen orman alanının yanan alanlardan daha fazla olduğu görülüyor. Verilen bu izinlerden %25’i madencilik, %37’si enerji ve %36’sı diğer alanları (toprak dolgu, savunma, ulaşım, haberleşme, iletişim panosu, su, atık su, altyapı, katı atık bertaraf, sokak hayvanları bakımevi, mezarlık, sağlık tesisi, spor tesisi, eğitim tesisi, tahsis -Kültür ve Turizm Bakanlığı- turistik tesis, üniversite yeri, balık üretme tesisi, define arama, arkeolojik kazı, restorasyon, ocak, fabrika hızar şerit) kapsıyor.  Hidroelektrik santraller (HES) ve kömürlü termik santraller gibi enerji yatırımları orman alanı kayıplarına neden olurken, enerji nakil hatları yangına neden olan faktörler arasında ilk 3'te yer alıyor.

Yeni kanun korumanın yanından geçmiyor

Bir yandan ormancılık dışı kullanım izinleri nedeniyle orman alanları kaybedilirken, diğer yandan da Manavgat yangınının başladığı tarih olan 28 Temmuz’da yürürlüğe giren 7334 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, orman alanlarının turizme tahsis edilmesinin yolunu açıyor. Bu bölgelerin yeri, mevki ve sınırlarının tespit ve ilanı ise Cumhurbaşkanlığı’nın kararına bırakılıyor.

Yeni kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte, Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgeleri adıyla orman alanları, kıyılar ve meralar turizm yatırımlarına açılabilir hale geldi. Böylece, Cumhurbaşkanlığı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı; kıyıların, ormanların ve meraların turizme açılması konusunda tek karar mercii oldu.

Yangınlar, ormanın barındırdığı canlıları doğrudan etkilediği, ani ve hızlı bir yıkıma neden olduğu için kamuoyunun tepkisi de o ölçüde hızlı ve güçlü oluyor. Buna karşın, yanan alanlardan daha fazlası madencilik, enerji veya turizm faaliyetleri için ormancılık dışı kullanıma açılırken, kamuoyu bu yıkımın ya da etkilerinin yeterince farkında olamayabiliyor. 

Orman köylüleri yerinden ediliyor

OGM tarafından açıklanan verilere göre, son 30 yılda orman yangınları 3 kat artmış durumda. Son yangın felaketindeki yetersiz ekipman ve personel, gerekli müdahalenin zamanında yapılmaması gibi etkenlerin yanı sıra; yangınlara hızlı müdahale etme ve kontrol altına alma deneyimi olan orman köylüsünün ormancılık dışı kullanımlar nedeniyle yerinden edilmesinin de acı sonuçlarına şahit olduk.

Yüzyıllardır ormanın kıyısında yaşayan halk, geçmişten bugüne orman ekosistemiyle uyumlu bir yaşam kültürü oluşturdu ve geçimini ormandan sağladı. Ormancılık dışı faaliyetler, ormana bağlı bu toplulukların hem yerinden edilmesine hem de ormanı yangından koruma refleksini ve bilgisini barındıran bir kültürün giderek yok olmasına neden oldu. 

Orman köylülerini yerinden eden uygulamalara son verilmesi, özellikle yangınların büyümeden söndürülmesi konusunda önemli bir avantaj sağlayabilir.

İklim krizi ve ormansızlaşma

Siyasi liderlere iklim değişikliği, etkileri ve riskleri ile ilgili periyodik bilimsel değerlendirmeler sağlamak, uyum ve azaltım stratejileri ortaya koymak amacıyla kurulan Birleşmiş Milletler (BM) Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) geçtiğimiz Ağustos ayında yayımlanan raporu; insan faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazı emisyonlarının 1850-1900'dan bu yana yaklaşık 1,1°C'lik ısınmadan sorumlu olduğunu gösteriyor. Önümüzdeki 20 yılda ortalama küresel sıcaklığın 1,5°C'ye ulaşması veya bunu aşması bekleniyor.

İnsan faaliyetleri nedeniyle giderek tırmanan iklim krizinin en belirgin nedenlerinden olan ormansızlaşma, karbon yutaklarının azalması anlamına geliyor. Diğer yandan, iklim değişikliğinin sonucu olarak dünyanın çeşitli bölgelerini kasıp kavuran sıcaklar, nem oranında ciddi düşüşlere neden olarak orman yangınlarını tetikliyor. Orman yangınları da hem gezegenimizin karbon yutaklarını yok ediyor hem de karbon salımına neden oluyor.

Türkiye, iklim krizinden en fazla etkileneceği tahmin edilen Akdeniz Havzası’nda yer alıyor. Ancak hiçbir ülkenin iklim krizi ile tek başına mücadele ederek kurtulamayacağının farkında olmalıyız. Bu nedenle, ilk adım olarak, iklimdeki değişikliklere karşı tüm ülkeleri bir araya getirerek çözümün bir parçası olmamızı sağlayacak Paris Anlaşması’nın acilen onaylanması ve karbon emisyonlarını azaltmaya yönelik hedefler ve politikalar oluşturması gerekiyor. 

Ormanlar yoksa biz de yokuz

Her yıl hektarlarca alanı ormancılık dışı faaliyetler için kullanıma açan yetkililere sesleniyoruz. Ormanlar yoksa, sulak alanlar yoksa, özgür akan nehirler yoksa, bozkırlar yoksa biz de yokuz. 

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği Strateji Kurulu Üyesi Oya Ayman, orman varlığını korumanın, kuraklık ve sellerin daha da artmasına neden olan iklim krizinin derinleşmesini engellemek açısından hayati öneme sahip olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Ormandaki ağaçlar, çalılar, otlar, çiçekler, yaban hayvanları, toprak, su, mantarlar, böcekler, bakteriler, birbirleri ile işbirliği yaparak ormanın devamlılığını sağlar. Biz de insan türü olarak, ormanları yok eden uygulamalar yerine, orman ekosistemi ile işbirliği yapan bütüncül yöntemleri geliştirerek yaşamımızı sürdürebiliriz. Tüketerek kendimizi yok etmek ya da doğayla uyum içinde yaşamak; seçim bizim.”

Gerek iklim krizi, gerek ormansızlaşma, gerekse orman yangınları insan kaynaklıdır. Bizimle birlikte diğer türlerin de yaşamını tehdit eden kriz ve felaketlere neden olan faaliyetlerimizi bir an önce ekosistemle uyumlu hale dönüştürmemiz gerekiyor. Ekosistemi onarma yolunda acil politikaların ve uygulamaların hayata geçirilmesi için hükümet ile birlikte, yerel yönetim, özel sektör ve bireyleri hareket geçmeye çağırıyoruz. Yaşamın bir bütün olarak sürdürülebilirliği için sorumluluk almanın vakti geldi.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER