
Medeniyetlerin beşiği Anadolu, yalnızca tarihi derinliğiyle değil, aynı zamanda benzersiz bitki örtüsüyle de adeta keşfedilmeyi bekleyen bir "kıta" niteliğinde. Üç farklı fitocoğrafik bölgenin kucaklaştığı bu topraklar, zengin su kaynakları ve çeşitli iklim kuşakları sayesinde, floristik açıdan dünyanın en ayrıcalıklı coğrafyalarından biri olarak öne çıkıyor.
Bu botanik hazine, İngiliz bilim insanı Peter H. Davis ve ekibinin 1965-1985 yılları arasındaki titiz çalışmalarıyla gün yüzüne çıktı. Onların Anadolu'nun bereketli coğrafyasına odaklanan kapsamlı araştırmaları, günümüzde Türkiye'nin bitki türü sayısının şaşırtıcı bir biçimde 12.000'e ulaştığını ortaya koydu. Bu zenginliğin en çarpıcı yanı ise, her üç bitkiden birinin bu topraklara özgü, yani endemik olması. Bu durum, Türkiye'nin küresel biyoçeşitlilik açısından ne denli kritik bir öneme sahip olduğunu açıkça gösteriyor.
Türkiye'nin doğal yaşam alanlarının çeşitliliği ise adeta bir mozaik. Kuzeyin ılıman ormanlarından, İç Anadolu'nun tuzlu steplerine, güneyin görkemli sedirlerine kadar uzanan bu coğrafya, her köşesinde ayrı bir botanik zenginliği barındırıyor. Bu benzersiz bitki örtüsü, aynı zamanda Türkiye'yi tarım alanında da dünya sahnesinde önemli bir aktör konumuna taşıyor. Avrupa'da tarımsal üretimde ilk sırada yer alırken, dünya genelinde onuncu sırada bulunmamız tesadüf değil. Zira bu topraklar, tahıllar, baklagiller, yem bitkileri ve sayısız meyve türü için önemli bir gen merkezi işlevi görüyor. Buğdaydan mercimeğe, zeytinden elmaya, kirazdan nice kültür bitkisine ev sahipliği yapan Anadolu, adeta insanlığın ortak tarım mirasının kaynağı.
Atatürk'ün vizyoner ifadesiyle, "Türkiye'nin ekonomi modeli tarımdır." Bu söz, ülkenin tarım potansiyeline verdiği stratejik önemin bir yansıması. Bugün de Türkiye, fındık, kayısı, incir, tütün ve çay gibi kritik ürünlerde dünya pazarında söz sahibi olmayı sürdürüyor. Marmara'nın bitki çeşitliliği, Doğu Anadolu'nun kayısı üretimindeki liderliği, Güneydoğu Anadolu'nun ilk tarım merkezlerinden biri olma özelliği, Ege ve Akdeniz'in verimli toprakları, Karadeniz'in endüstriyel bitki potansiyeli ve İç Anadolu'nun tahıl ambarı kimliği, bu zenginliğin somut göstergeleri.
Tam da bu muazzam potansiyelin ve mevcut durumun daha derinlemesine ele alındığı bir süreçteyiz. Dördüncüsü gerçekleşen Tarım Şurası'nın 14 Mayıs'ta açıklanacak olan kararları ve sonuçları büyük bir merakla bekleniyor. Bu şura, Türkiye'nin eşsiz bitki zenginliğini ve tarımsal üretim gücünü daha etkin değerlendirecek, sektörü farklı boyutlara taşıyacak sürdürülebilir ve yenilikçi stratejilerin belirlenmesi açısından hayati bir öneme sahip. Ancak, özellikle yaşadığımız acı deprem felaketlerinin ardından, bu kararların alınırken çok daha hassas olunması gerektiği aşikar. Tarım arazilerinin korunmasının ve bu alanlara yönelik yapılaşmanın önüne geçilmesinin hayati bir zorunluluk olduğu bu günlerde, şura kararlarının bu hassasiyeti gözetmesi bekleniyor.
Bu bağlamda, İstanbul Kanalı projesi de ayrı bir önem taşıyor. Projenin hayata geçirilmesinin yaratacağı potansiyel tarım arazisi kayıpları ve olası deprem riskleri göz önünde bulundurulduğunda, Tarım Şurası'nın bu konudaki bilimsel değerlendirmeleri dikkate alarak kararlarını şekillendirmesi büyük önem arz ediyor. Zira sürdürülebilir bir tarım politikası, yalnızca mevcut potansiyeli korumakla kalmayıp, aynı zamanda gelecekteki olası riskleri de öngörerek hareket etmeyi gerektirir.
Ne yazık ki, 2023 yılında yaşanan acı deprem felaketi, doğal yaşam alanlarına yapılan bilinçsiz müdahalelerin ne denli yıkıcı sonuçlar doğurabileceğini gözler önüne serdi. Bu depremler, şehirleşme, sanayileşme ve tarımsal faaliyetlerin doğanın hassas dengesini gözeterek sürdürülmesinin hayati bir zorunluluk olduğunu bir kez daha hatırlattı.
Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi; Günümüzde süper güç devletler sanayi savunma ve teknolojide öne çıkarken, Türkiye gibi bereketli topraklara sahip ülkelerin eşsiz gıda ve tarım zenginliğine erişmekte zorlanmaktadırlar. Bu durum, verimli topraklara sahip coğrafyaların kaynaklarına yönelik küresel ilgiyi giderek artırmaktadır. Zira biyolojik çeşitlilik, "Dünya Ekonomi Çarkı"nın önemli dişlilerinin hammaddesini oluşturarak sağlık, gıda, tarım, turizm, sanayi ve enerji gibi pek çok hayati sektörü doğrudan etkilemektedir. Dolayısıyla, bugünün sanayi ve teknoloji devleri, aslında en temel ihtiyaç olan gıda ve tarım alanındaki gücümüze ulaşmakta zorlanmakta ve bu açığı farklı yöntemlerle, bereketli topraklara sahip ülkelerin kaynaklarına yönelerek kapatma arayışındadırlar.
Bu bilinçle hareket etmek, bilimsel verileri rehber edinmek ve doğaya saygılı bir kalkınma anlayışını benimsemek Türkiye için hayati önem taşıyor. Dünyanın farklı coğrafyalarında çatışmalar yaşanırken, Türkiye'nin kendi içindeki birlik ve beraberliği güçlendirerek, doğaya ve tüm canlılara karşı olan sorumluluğunu eksiksiz yerine getirmesi gerekiyor. Zira bu toprakların sunduğu eşsiz miras, gelecek nesillere aktaracağımız en değerli hazinelerden biridir. Tarım Şurası'nın sonuçlarının, bu değerli mirası koruma ve geliştirme yolunda, olası riskleri de göz önünde bulundurarak önemli adımlar atılmasına vesile olması en büyük temennimizdir.
Alınacak kararlar hayırlara vesile olsun….
Yorum Yazın